ÖĞRETMEN ama bu torpaqlarda MÜELLİMELİKDİR vazifem...






27 Aralık 2010 Pazartesi

İSTANBUL HATIRASI...


Ahmet Ümit'in son kitabını okumak Aralık'da şükür nasip oldu. Yazın okumakdı niyetimiz lakin gezip tozup diğer önceliklerimi okumakdan ancak fırsat bulabildik...
Kitap eleştirisi falan değil niyetim bir balık kadar zayıf olan zihnimde kalanları buraya kazıyıp hafızam formatlanmadan bişeyler bırakmak...
Ahmet Ümit'i çok seven polisiyelerinin müptelası olan paranoyak bir okur olarak yazalım bakalım neler dökülecek eteğimizden...
Ümit'in Bab-ı Esrar,Beyoğlu Rapsodisi ve Kavim adlı kitapları benim favorilerimdir.Ne yalan söyliyeyim bu kitap sıralamayı değiştirir diye düşündüm. Ama tadı o kadar yavandı ki. Kitap öyle yavaş gitti ki... Bir ara bu kitap Ümit'in mi yahu deyip inceledim...
İçeriğindeki İstanbul Tarih bilgisiyle sizi fazlasıyla doyurduğundan dolayı kitap yarıda sönüp kalıyor. Siz bir de üstüne üstlük katili buldunuz zannediyorsunuz. Ama Agatha'dan hatırlayacağımız gibi asla katili tahmin edemeyecek duruma getirirdi Ümit. Bu kitap tamam bizi ters köşe etti ama sonuçta tahmin ettirdi. Ben gibi en avam bir okur bile tahmin yürüttüyse herkes yürütürdü...
Tarih bilgisi doyurdu dedik doygunluğun fazla gelmesinden dolayı 500 küsur sayfalık kitapta artık sayfa yemeler başladı... Hele Evgeniayla olan akşamlar rakı balık dost üçlemeleri fazlasıyla eee anladık teranameleriyle geçti... O geçen süreye hiçbir gizem farklılık ya da okurun farkındalığını çekecek bir şey konmamıştı...
Polisiyede herkesten şüphelenmez miyiz?En azından Agatha, Ümit-okuyamasam da Serbes- bunu sağlaıyordu. Ama Ümit bu sefer son 20 sayfada aklımızı başımıza getirdi ve elde tel tel dökülen kitabı canlandırdı.
Kurgu açısından son bölümde kopukluk var. Kopuklukdan kastımız oldu bittiye getirilmiş bir hava var. İstanbul hakkında öğrenilen çoğu şey havada kaldı. Tarih sevmeyen bi okur sonunda kahrolabilir...
Velhasıl kelam. İstanbul Hatırası Ahmet Ümit'e yeni başlayanlar için iyi olmayabilir. Ümit macerası başladığı gibi bitebilir...
Listemde yerim değişmedi. Ümit sıralamamda İ.H. sonda...

26 Aralık 2010 Pazar

YAZMALIYIM....


Gurbeti yazmalıyım... Yazmalıyım...
Ama yazamıyorum...
Yarışma var öğretmenler arasında gurbet konulu...
Yok mu acaba gurbet hissi diyecem,ama özlem burkuyor her an yüreğimi
Hasret yok diyecem ama vatanımın vuslatı süslüyor rüyalarımı...
....
Bakalım... Deneyeceğim...

22 Aralık 2010 Çarşamba

Hastalik...


Ah şu eller gurbet eller deyu bir türkü tutturur dilim ama öyle her an değil. Çoook nadir anlarda tekrarlar dilim bu parçayı. işte yine o nadir anlardan biri ANNE!
Ne çok zaman oldu senin yanında hastalanmayalı. Ne çok vakit geçti sana nazlanmayalı. Çoktandır iğne için peşimden koşanım yok. Akşamları neden bu kıza iyi bakmadınız diyen babam yok! Nice vakittir doktora sürüyerek götürenim yok. İstemeyip ayak dirediğimde arka çıkan bir babam yok. Kaç vakittir kendi kendimeyim işte. Yok ANNEM sen gibi kimsem yok!
Bu hastalık anlarında faranjit değil boğazımı düğümleyen senin şefkatinden yoksunluk düğüm düğüm oldu işte şu dar geçitte.. Gözyaşlarım yine tufan duygularım sel oldu bak yine...
İşte hastayım be anne. Bakmadım bakamadım ki yine kendime... Sen gibi soranım da yok ki burda. Kendi kendime kızıp içiyorum o acı otları, baldıranları...
Gözyaşlarım yine misafir bu gece... Senden uzaklık gurbeti hissettiriyor anne!

19 Aralık 2010 Pazar

DENİZDE K'ARARTİ VAR&BEN ÖZLEDİM YARUMİ






Denizde k'ararti var bu gelen k'ayik midur
Ben ozledum yarumi ağlasam ayip midur

Oy dumanlar dumanlar hep dağlari sardunuz
Yureğumun derdini bilsenuz ağlardunuz

K'arardi K'aradeniz taşti bu yana taşti
Haber verun yarume gyozlerum doldi taşti

Gemi mil ilen olur sevda dil ilen olur
Guzeller çok var ama meyil birine olur

http://fizy.com/#s/1itwv8
ideolojiler bizi ayırsa da, rüyalar ve dertler biraraya getirir.
Eugene Ionesco [1909 - 1994]

15 Aralık 2010 Çarşamba

EFKAR ÜZERİNE...


Yazılacak şey değil belki de efkar. Kim anlatabilir ki efkarını. Efkarı hasıl eden kaynağı. Öyle bir rüzgar gibi serpilir yüzümüze ve bir iz bırakır ansızın. Biz de onu anlama ve anlamlandırma çabası içinde debelenir dururuz.
Bazen kayboluruz o efkar içinde bazen de Hakimmiş gibi her şeye görmeyiz onu başımızdan savarız...
Efkar kabz olup düşer bahtımıza. Bize düşen rahmet damlalarına el açıp,gönül açıp, bir adım yaklaşıp merhametiyle yıkanmaktır... Deryayı gösteren Sultana çölden seslenmek boş yere efkarlanmak değil dertlenmek!Çölün farkına varıp da deryaya bir adım yaklaşmaktır efkarı dindirmek.
Simurg u hudud gösteren Hüdhüdler var etrafta... Ama sen Bülbül edasıyla aynı şeyleri anlatmaktasın. Güle vurgunum der ama hakiki cemalin yansımasına kanarsın... Ne zamana kadar hala kendini aldatacaksın?Ve daha kaç zaman efkarını gaflet uykunla bastıracaksın? BASTa çıkma bastırarak olmaz ki?
Aradıkların aslında çoktandır bulduklarında gizliyken sen hala doyumsuz nefsinin peşinde mecnun olup durursun. İşte bu bulamamışsın hissiyle seni dehlizlerin en derininde bırakır ve bulduklarından uzaklaştırır...
Sen bülbülsün doğru hala Hüdhüd'ün haykırışlarını anlamadın. Kendi dar pencerenden hayatı bu sandın. Yalnız gülden ibaret sandın! Aç gözlerini uyandır basiretini...
Şimdilerde düştükleri kuyulardan kaçırdıklarına ağlayanların iniltileri gelmekte...
şimdilerde bataklıklarda kaybolup da kaybının hala farkında olmayan körler görünmekte...
Şimdilerde nefsinin sesinden gayrısını duymayan sağırlar hissedilmekte...
Şimdilerde geçen zamanla kendini de zaman kaybına uğratan bir nesil yetişmekte ve sözde yetişen nesil bir aşınma içinde...
Peki sen hala EFKARINA ne masiva anlamları yükleme çabasındasın?
Niye bulduklarınla nefsini inandırmaya çalışmaktasın?
Sana efkarı veren ZAT bast a O'na olan aşkınla ermeni, vuslata O'nunla bilmeni istiyor.

Bülbül aldandı da gül de kaldı. Hayatı Gül e hasret, Gül'e gurbet kaldı. Varlığını ah'ından, gülün cemalinden ibaret sandı... Ufku Gül kadardı...
Uyan artık ne olur uyan!!O'nun hasretiyle uyan!EFKAR ını gör de O'na dayan Rabbine dayan!...

9 Aralık 2010 Perşembe

AFRİKA...



Sen gönlümde hiç tükenmeyen bir sevdasın
Sen benim ilk hülyamsın
Tüm çıkan yollara rağmen
Sen geçmek istediğim sarp geçitsin

Kara talihin teninden mi?
Yoksa toprağını kirletenlerden mi?
Kokun miskü amberdi bu körpe yüreğe
Hayalin cennet nüma bir mekan

Sen benim çocukluğumdan gençliğime
Sen benim kendimden geçmişliğime
Sen benim tüm evrelerimde
Değişmeyen tek vuslatımsın...

Hayal değil biliyorum bir gün olacak buluşma
Biliyorum geleceğim bir gün toprağına...

Bu hülyaların tohumunu ekenlerin yaptıklarının devamı için
Bekası için..

Bekliyorum bekleyeceğim...

8 Aralık 2010 Çarşamba

ROLLER...


Hayatta bazi kelimeler vardir içi doldurulmadan bir anlamı olmayan. İçinin doldurulması gereken doldurulmadan bir mana ifade etmeyen etmediği gibi boşlukta menfi tesir eden... Hayatımızın birer mihenk taşıdır onlar... Onlarla büyürüz onları modelleyerek kişiliğimizi benliğimizi oturturuz. Ya da onlar yüzünden hiçbir şey oluruz. Bir hiç oluruz. Bir Oblomov bir Raif Bey oluruz. –mış gibi yaşayan birer oyuncu oluruz. Rolünü benimseyememiş hayatla barışamamış birer figürandan öteye gitmez yaptıklarımız....
Annelik,babalık,kardeşlik,ABLALIK,AĞABEYLİK... Bu kelimeler hayattır, yaşamdır. Tükenmeyen bitmeyen birer döngüdür. Ama bu yaşamları bitiren nefrete dönüştüren dünya sahnesinde oynamayı beceremeyen figüranlardır...
Şimdilerde kabza iten beni bu figüranlar oldu. Oyunumu çok iyi oynamamdan çok iyi bir oyuncu olmamdan mı kaynaklanıyor bu his hayır..! Belki ben de oynayamıyorum belki ben de beceremiyorum. Ama Kader-i İlahinin bir tecellisi olarak çıktığım sahnemde rolümü sahiplendim. Kabullendim. Diğer oyuncuları sevdim. Ve bu sahnede bana verilen rolü hayatım bildim... (inşallah)
Ne yapmalı bu rolünü benimseyememişlere ne yapmalı... En azından çırpınan insanlara engel olmamaları temsil ettikleri hareket için onun temsili için rollerini benimseyebilmeleri için ne yapmalı...
Bane ne?diyemem ki... Onlar benim sahne yoldaşlarım. Onlarsız bu yaşam solar ki...
Onlara nasıl anlatmalı. Verilen NİTELİKLERİMİZin içini dolmamız gerektiği, doldurmazsak nelere mal olabileceğimizi nasıl anlatmalı... Ne yapmalı,nasıl içinden çıkmalı...
Birşeyler yapmazsam ben de bir figüran olurum bu hayat sahnesinde. İçi boşaltılmış bir öğretmen olurum. Ben de bana ne dersem vesile olanlardan değil sebep olanlardan olacağım...

Figüranlardan yoruldum...
Kendini kandırmışlardan yoruldum...
Kendi karanlığı yetmezmiş gibi etrafını karartanlardan yoruldum...

Ve korktum Rabbim çoook korktum.Karanlığı gördüm de korktum... Bilmiyorum bu defa karanlığı benliğimde mi hissetmemden bu korkum. Defalarca girdiğim karanlık değil bu.Belki de figüranım da farkatmemden mi bu kabzım...

Rabbim bir figüranmışsam şimdiye kadar, SEN affeyle SEN rahmetinle kapında hakiki KUL kıtmir eyle...
Rabbim yolumu şaşırıp da farkında değilmişsem SEN bir an önce hidayet yolunda eyle...
Rabbbim samimi değilsem ne olur Samimi, basiretli, sadık, ihlaslı kullarından rolüne sahip çıkanlardan eyle...
Facirlerden isem bu yolda ne olur Ya RAB müttakilerden eyle...
Ve Rabbim eleğin tüm şiddetine rağmen bu kalburda kalabilmeyi direnebilmeyi nasip eyle...

4 Aralık 2010 Cumartesi

Haydi BİSMİLLAH

Rabbim iradesizliğimi külli iradene dilekçe ettim... Sen TERBİYE edicisin ne olur şu kıtmiri de terbiye et....

2 Aralık 2010 Perşembe

GEMİLERİ YAKMAK!


Dönüşü olduktan sonra hangi gidişler kutsaldır ki?!
Dönüşü olmayan bir yola çıkmak cesaret ister.
Kahraman odur ki geldiği yoladaki izleri siler
Gemileri yakmak değil mesele.
Gemileri tahayyül bile etmeden o yola çıkmak.
Bekleyenleri unutmak
Karşılayanlara vurulmak

Hangi gidişe kutsal deriz ki
Dönüş vaktini vuslat bildikten sonra
Hangi sıla bize vuslat ki mukaddes diyelim ona!
Hangi gurbet kurbeti yakalattı ki bize
Zahirde gurbet olup,batında nefis doyurduktan sonra

Kutsi odur ki muhacir olduğu toprakta Ensarlaşsın!
Cahit odur ki, himmetini ömrüyle versin!
........
Verdim Ya Rab. Himmetimi verdim!
Ama hala bıraktıklarımın özlemi büküyor yüreğimi,sinemi...

30 Kasım 2010 Salı

KOBRALARLA KOL KOLA...


Günler aylar belki yıllardır kobralarla, bataklıklarda bata çıka, çöllerde kaktüslerle hemden oldun da CAN!
Şimdi Gülistandaki gülün dikeni mi batar oldu sana!

29 Kasım 2010 Pazartesi

YANDIM EL AMAN....


Daha yolun başında heybemiz sırtımızda yanmaya niyetlenmişken daha güneşein kavurmasıyla ahımız duyulur oldu. Ahımız heyhula mız şimdiden göğü çatlatır sinemizi karartır oldu. Biz şimdi büyüdük ya kendimizi ilerlemiş gördük. Halbuki yolun başında heybemiz sırtımızda güneşin alnında kavrulur dururuz. Pergelin bir ayağı sabit kalıp diğeri merkezde döner ya biz iki ayağımızı sabitlemiş kalmışız. Ne HAK'tan aldığımızla hududa varabiliyoruz ne de merkez kaynağımızın etrafında mekik dokuyabiliyoruz.

Şimdi biz hani-sözde- hicrete çıkdık ya, biz hani şimdi yanıbaşımızdaki hakiki kıtmirlerleyiz ya, biz hani gecesi gündüzü olmayan hasbilerleyiz ya ne zannettin onların seni sırtında taşıyıp haslaştıracaklarını mı? Yoksa feyzlerinden nemalanmayı mı? Neydi senin düşüncen günahları işleyip O'na dair kurbiyetini ilerletmeden nasıl bu yolda mesafe alabilmeyi,yanmadan bu yolda yürüyebilmeyi düşündün?

Elenmek her adımda çok kolay yanmaktan vazgeçmek her adımında seni bekliyor. Her adımın sana dönebilirsin diyor. Bu yangına katlanmak zorunda olmadığını bu gözyaşlarının gereksiz olduğunu söylüyor. Her adımında yanan ocakları görüyorsun kavrulan kül olan kıtmirlere şahit oluyorsun. Suretinden aydınlık saçan siretiyle kavrulan gençler, cahitler görüyorsun!Sinesi çatlasa da etrafına ışık saçan küheylanlara şahit oluyorsun!

Peki sen kendini nerde buluyorsun?
Daha yolun en başında...
Gitmek mi kalmak mı kurbiyet mi gurbet mi? Sureten onlarla ama sireten çooooook uzaklarda olanlardan mı? Bedenen, cismen manen,ruhen, aklen,kalben yani tüm uzuvlarıyla ve melekelerinle onlarla mı olmak mı istersin? Her iki seçiminde de onlarla olabilirsin. Dönmemeye ahdettin. O gemileri çoktan yaktın. Ama gemileri yakmış olman FELAHA erdiğini ispetı değil ki! Burda olman gurbatta olman bir müjde değil ki!

Ey kıtmirliğe namzet, ey sadakatin, marifetin, ihlasın, kurbiyetin, cahitliğin, hasbiliğin, nasuhiliğin ve samimiyetin yolcusu. İman kaynağın, ihlas kanatların, aşınmayan abdlik de ayaklarına fer dizlerine derman gönlüne genişlik olsun!Sen kıtmirsin heybende sabır ve sebat azığın olsun. Yevbe ve inabe ile at adımlarını. Muhlisliğinle söndür yanan ocakları. Vedudluğunla aç sineni tüm muhtaçlara, Latif ol herkese karşı, kimse yanıltmasın, hele nefsin seni bu yolda aldatmasın!

Nefsinin yangınlarda çıkan sesine inat sen yanan ocaklara koşup kendini yakasın! Onun tüm acılarından sen zevk duyasın. Seni yolundan alacak tüm sesleri duymamak şiarın olsun. Sen onlarla ama onlarsız yürü bu kulluk yolunda. Bu sadakat imtihanında...

Sen ey KITMİR namzeti aksiyon adamı olasın!Sen ışığı hiç sönmeyen bir kandil olasın. Sen sonunda kül olup da Rabbine ulaşan bir abdal olasın.

Sen bu yoldaki insanlardan bir insan olasın!...

Daha seni bekleyen Bembeyaz bir kıta AFRİKA var unutmayasın. Daha yolun başında bu yangınlardan suretini yakma da ne! SEn sinesi yanık sureti gül açanlardan olasın! Heybendeki azığı tüketme, nerde kül olacağın belli değil. Vuslat ne vakit belli değil.

KITMİR namzetim RABBİM YOLUNDAKİ HASBİLERDEN EYLESİN...OCAK TUTUŞTURAN DEĞİL SÖNDÜRENLERDEN EYLESİN...

AMİN...

23 Kasım 2010 Salı

Sızıntılar...


Yine gözyaşları yine bir yürek burkuntusu yine dertler dünyasında kabz anları...
Yine Sensizlik yine SENSİZLİKTEN habersizler...
Sevdamızdan değil de davamızdan değil de kendimizden derdimiz yine...
Kabzlarımız Sana yaklaşamamaktan değil de birbirinden uzaklaşanlardan...
Dipsiz kuyulardaki ikametimiz
Marifetine olan yolculuğumuzdan değil de
Kullarının sergüzeştliğindendir...
Kıtmirliğimizle iki büklüm olamıyoruz Karunlar sardı dört bir yanı
Yankılanır her birinin nefsine mahkum sesi...
Bu kulaklar Sana meftunluğundan sağır olamadı
Bu diller Senin aşkınla lal olamadı
Bu eller Senin sevdan için kalkamadı
Şimdi bu yürek Senin huzuruna
Gelemedi vuslat yangınıyla

Şimdi bu kıtmir Senin huzuruna;

Firavunlaşan sesleri Yusuflaştırman için
Karunlaşmış benlikleri eritip Eyyubileştirmen için
Neronlaşmış sesleri Davudileştirmen için
Taşlaşan yürekleri Yakuplaştırabilmen için
Ruhsuz dünyalarında bataklıkta saplanmış kalan
Muhammedi ruhtan uzak şu kardeşlerimizi
Muhammedileştirmen için

Geldi Ya Rab...
Kabul buyur...

Bu Tende Bu Can


Bazen ruhumuz kabzla sarsilir. Bazen dipsiz kuyulara atilir. Bazen halkin içinde yapayalniz kaliriz.Rengarenktir her yer ama biz siyah beyaz fonlara burunmuşuzdur. Mutluluk ve yaşam seviçleri vardir her yerde ama biz sukuta ermişizdir bu vadide…
Ruhum dar geliyor beden elbisesine. İzdirapla inliyor bu gamsiz tende. Her bir
Uzvum direnmekte nefsime. Her biri isyan ediyor kendince... Her biri sebebine isyanda emanetcisinden sikayetci... ihanet var ama bu defa dis mihraklardan degil özunden bizzat içinden.
Bu kıtmir de çekti direniş bayrağını göndere. Teslim etmek yok ruhu tene. Onun açlığını onun susamışlığını gidermeden Rabbim ayırmasın bu bedenden. Beden aç kalsın ama ruh doysun, gönül doysun. Marifetinle hikmetinle kansın kana kana yansın... Rabbim Sen nasip etme bu ten de bu canın kaybolup gitmesini bu elbisenin şekil almamasını nasip etme. Sen bu nefsi terbiye edip de huzuruna gelebilmeyi şu kıtmire nasip eyle...

22 Kasım 2010 Pazartesi

seni sensiz yaşamak


Mendiline aşk düşer kar bakışlı dağlarda
Gözlerinde buz yanar dilenciler şahının
Ceylanlar su başında susuzluktan ağlar da
Anlarsın türküsünü bir ömürlük ahımın
Mendiline aşk düşer kar bakışlı dağlarda

Elinden seni içmek avare bir yıldızın
Uyutmak uykuları kör geceler boyunca
İki büklüm dururken başucunda sonsuzun
Kapanmak secdelere geldiğini duyunca
Elinden seni içmek avare bir yıldızın

Rakseder dudağında bedensiz kelebekler
Aşk değil mi cevabı çıldırtan bilmecenin
Bir sen kaldı geride, o hala seni bekler
Özlemiyle güneş ağlar döneceğin gecenin
Raks eder dudağında bedensiz kelebekler

Zamansız vurgun yürür kuşların kanadına
Ay ışığı gülemez, kapanırsa kapılar
Dalgalanan ben olurum, denizlerin adına
Sende bir rüzgar eser, beni virane kılar
Zamansız vurgun yürür kuşların kanadına

Utanır kaldırımlar gözlerimin renginden
Yürüdüğüm boşlukta gölgem hatıra kalır
Bir an gelirki kalbim firar eder kalbinden
Güneş karanlığa kızar, gökyüzünden usanır
Utanır kaldırımlar gözlerimin renginden

Kardan adam öpmez ki çöllerin dudağını
Deliler sultanıyım, hüzne diyet ödeyen
Gökler niye yazmamış gözlerinin çağını
Aşkı nerden bilecek bir kerecik ölmeyen
Kardan adam öpmez ki çöllerin dudağını

serdar tuncer

20 Kasım 2010 Cumartesi

BULDUKLARIM


Aradıklarımla oyalandım bir zaman... Ve aradıklarımın bulmam gerekenler olup olmadığını bilemedim. Aradığım ne idi..? Ne için her seferinde bulunduğum yerden farklı bir yerin farklı insanların farklı mekanların arzusundaydım...
Farkındayım bulduklarımın aslında aradıklarım olduğunu... Beni arayışa sevkedenin NEFSİMİN dizginlenmemiş sesi olduğunu anladım... Bulduklarımdan memnun değilsem bu arzumun farklı olmasından değil nefsimin sırtına bir çuval geçmesinden...
Arzum hakikatte Allah rızası ise
Arzum hakikatte nefsimi terbiye etmekse
ARAMIYORUM artık vazgeçtim!Bulduklarımla marifeti kazanma, hikmetini anlamak gayem. Artık bulamadıklarım bahanem olmayacak. Artık kovalamak değil işim kaçtıklarımın heabını vermek olacak. Ya Rab Seni bulduklarımla bulmalıyım. Çoğumuzun kaybettiği nokta bulduklarında SENİN olduğunu unutup aradıklarının olduğunu zannetmesi...Aradığım SENSİN YA RAB... Gelenlerde Sen den geldiyse varsın bulduklarım hoş gelmesin şu kıtmire varsın ağır gelsin cılız yüreğime... Gelenin Sen den olduğunu unutmayıp rızana bulduklarımla ulaşayım da.. Seni bulayımda Seni kaznayım da...

19 Kasım 2010 Cuma

HASBİHAL

Bayramı aileyle geçirmek mi hakiki bayram?!
Vuslat dünyalık sevgilerden mi ibaret?
Dertlerimiz hep dünyalık mı?!
Burukluğumuzun kaynağı ne?
Kabzımızın bastı neyle oluyor?
Kurbiyette nerdeyiz?
Sevgilerimizde ve vazifelerimizde ne derece samimiyiz?
Beklentimiz var mı bu dünyadan?
Kulluğumuz yeterli mi?
Biz kendimiz miyiz?...

Davaya Duyulan Sevgi


Uzaktakine ve gelecektekine duyulan sevgi daha yücedir yakındakine duyulan sevgiden; davalara ve hayallere duyulan sevgi daha yücedir insanlara duyulan sevgiden diyor Nitche...
Hayalime duyudğum sevgi ve inanç getirmiştir beni buralara... Neler gelmiyor ki başımıza ne veliler üşüşmüyor ki başımıza, ne kardeşler kalleşlik etmedi ki zamanında, ne hislerimizden vaz geçmedik ki bu yolda... Kaç vakit boş kaldık ki kaç vakit kendimizi dinleyebildik ki, kaç vakit bizi dinleyen birini bulabildik ki, kaç zaman hakiki dostlara yarenlere nail olabildik arayacak kadar vakit bulabildik ki... Hiç biri olmadı belki ya da çoğusu başımızdan eksik olmadı...
Bu yolda ne insanları gördük ki. Nasıl insanlarla muhatap olduk ki... Nasıl insanlar bizi kabzlı gecelere hapsettiler ki?!Nasıl insanlara bağrımızı açtık ve bağrımızdan hançeri sapladılar ki! Kaç yara yaren deyip kaç defa yarıyolda bırakıldık ki...!?
Şimdi bütün bu başına gelenleri bu başından eksik olmayan müsebbipleri düşün seni en ifrit gecelre hapsedenleri düşün seni bukağılarla kuyularda yapayalnıız bırakanları düşün... Gecelerde haykırıp ağlayarak uyandıranları düşün. Gündüzünü de geceye çevirenleri düşün... Hepsini düşün...
Sonra da Rabbine şükret ve o insanlara teşekkür et... Siz benim HAYALLERİME ulaşmamda birer ateş kaynağımdınız. Siz benim hamlğımın olgunlaşmasında ateşimdiniz. Siz bu elekten şimdiye kadar elenmememde, sımsıkı DAVAMA sarılıp insanlardan kopmamda ana sebeptiniz...
Benim insanlara değil köprülere değil vesilelere değil de SADECE ve SADECE hedefime kilitlenmeme vesile sizdiniz. Siz Rabbimle hakiki vuslata gidene değin Rabbimin sadakat imtihanlarıydınız(hala da öylesiniz). Size vesileliğinizden dolayı müteşşekkirim... Siz bir kıtmirin olgunlaşmasına pişmesine (ki hala pişemedim) vesilesiniz...
Ama RABBİM SENİN KUDRETİNLE O İNSANLARA TAKILMADAN O MÜSEBBİPLERE KANMADAN ONLARI HER DAİM GEÇEBİLMEYİ NASİP ET!
Rabbim sen haylleriimizi HAK hayal yap. Sen o hakiki iman yolunun hakiki yolcusu yap! Müsebbiplerimize de hidayet nasip eyle... Biz onları da seviyoruz. Biz senden gelen her tadı seviyoruz...

28 Ağustos 2010 Cumartesi

HASRET


Yıllar geçiyor ve ben yine aynı gün gibi özlüyorum…

Yuvamdan ilk ayrıldığım günlerde demiştim ki alışacaksın aylar geçecek alışacaksın…

Günler, haftalar, aylar, yıllar geçti ama bak yine bu ayrılık sabahımda dakikalar geçmek bilmiyor…

İnsan her şeye alışıyor doğru... Geldiği yere, zamana, insanlara, eşyalara… Ama geldiği yeri ne unutabiliyor ne de yuvasına olan özlemini… Yine gurbet sabahımda 5 sene önce olduğu gibi kapkaranlık bir sabah ve kabz dolu bir yürekle açıyorum gözlerimi… Okuyorum, geziyorum, konuşuyorum unutmak hüznümü anımsamamak için ama zihnimi aldatabilsem de yüreğime söz geçiremiyorum… Ve artık pes edip fotoğraflara bakıyorum… Ve yine fotoğraflar da ağlatırmış diyorum…

Keşkeyle değil benim mazim iyikilerle dolu… İyi ki bu yaz şunları yapmışlarımla iyi ki bir güzel dinlenmişlerimle iyi ki hep ailemle gezmişlerimle dolu… Şimdi de keşke demiyorum. Ne işim var burada demiyorum. Neden geldim ki yi aklımdan geçirmiyorum. Yine yeniden iyiki geldim hicret diyarıma diyorum… İyiki böyle bir hicrete mazhar olmuşum diyorum. İyiki böyle bir diyarda yeniden müellimeyim diyorum. Ama özlem benim semerimmiş yeni anlıyorum…

Bu mübarek semer anladım ki bir ömür benimle. Bu seyyah ruhtan ben vazgeçemeyeceğime göre. Bu kalp de yuva özlemiyle her daim yanacağına göre… Bana yurt dışında müellimelik nasip olduğuna göre… Anamın atamın bütün varlığı arkamdayken duaları her an benimleyken sevgileri özlemlerini tereddütsüz hissederken ve ben bu yola baş koymuşken… Elbette bu özlem benim semerim olacak. Elbette ben özlemimden vazgeçmeyeceğim. Gurbette vatan ve yuva hasretiyle yanacağım… Kül olup dağılacağım. Ama yine de bu diyardan dönmeyeceğim. Vazgeçmeyeceğim…

Rabbim O’nun yolunda O’nu anlatabilmeyi ve O’nun rızasını kazanıp O’nun rızasının peşinde olan nesiller yetiştirebilmeyi ve en son O’nun yolundayken şehit olabilmeyi şu cılız yürekli kuluna nasip etsin…

AMİN

26 Temmuz 2010 Pazartesi

VUSLAT

Ey dost izin var mıdır gayri vuslatı yaşamaya! İznin var mıdır gelmeme huzuruna! İznin var mıdır yine yeniden tek yârin olmama… Senden ayrılanın bilirim ben olduğunu. Bunca gurbeti yaşatanın da ben olduğunu. Bunca zamnadır ne elime aldığımı ne dilime aldığımı her aklıma düşüşün de aklımdan savdığımı bilirim. İhanetim yoktur sana bilesin. Bulamadım bu arayışta beni benden daha yakın tanıyan senden daha hayırlısını. Evet itiraf ediyorum mesleğimle beraber bir değişim yaşadım bıraktım seni. Sana en büyük vefasızlığı ettim. Ve aylar sonra seni elime aldığımda…İşte o an anladım dargınlığını. Yazmıyordun götürmüyordun almıyordun beni kabzlardan.. Tuttum elinden ama sen bırakmıştın çoktan. Sımsıkı sarıldım sana Sen varsın dedim ama sen yoktun benim vefasızlığımla sen çoktan sükuta ermiştin.
Şimdi ey dost yine aylar süren ayrılıktan sonra belki yüzsüzce belki sessizce yine kapındayım. Belki neye yarar diyeceksin belki anla artık diyeceksin. Bitti sözüm yok artık sen gibi vefasıza lal oldum sesim çıkmaz diyeceksin… Olsun ben senin yine yazan elin olmak için yine konuşan dudakların olmak için ve canım sözlerinin bestecisi olmak için yine yeniden boynu bükük talibiyim.
Ey dost! Bu kadar yazmakla bile bana o kadar ümit verdin ki. Gel gönül kapımdan yine hiç fark ettirmeden. Ama ben fark ederim seni. Elime aldığım kalemden bilirim seni. Yazdıklarımdan daha doğrusu senin fısıldadıklarından bilirim geldiğini. Ve şimdi de hissediyorum yine bekliyor ve senden vefa beklemiyorum artık diyorsun.
Sen diyorsun ki: Zira bu ayrılık da ben doluyorum boşaltanım yok mürekkebimden bir damla alanım yok. Gözyaşlarımı akıtsam alacak bir kâğıt yok. Bazen kuruyorum boşalmadan eline alıp da sallayanım yo, tuşlara mahkûm oldun ruhuna üflediğim canın da yok. Bırak gayri bu esareti dedim kaç kere dinleyen mazlum yok. O mazlum çoktan benim zalimim olmuştur haberi yok! Zulmü beni anmamak. Anıp da sükutunu bozmamak içindeki o duygu seline kendini kaptırmamak. İnkar etmek inkar ettikçe de beni boğmak..
Diyorum ki seni boğamam. Seni boğazlayamam. Sen bu canı candan iyi bilirsin ama yine de bil Ey Can! Kusurluyum, vefasızım, kabzdan çıkamamış ama her daim bastta görünen bir esirim. Zalim olduysam affet ben kendini mazlum sanan bir yalancıymışım, gel ne olur bitirelim şu gurbeti yaşayalım artık vuslatı. Zahirde yaşadım çoktan kavuşmayı ne olur batında da yaşayalım bu sevinci. Tüm zerrelerimiz hissetsin memleket hasretini. Sen dargın olunca hissedemiyor biliyorum bir yanım bu kavuşmayı,sen de gel ey dost birlikte yaşayalım bu diyarda bu coşkuyu. Benim bir adımım biliyorum ki senin adımlarındır. Affet şu küçüğü… Affet şu küçüğünü…